8 Aralık 2011 Perşembe

Sürekli ayaklanma olarak sosyal medya


A civilization which leaves so large a number of its participants unsatisfied and drives them into revolt neither has nor deserves the prospect of a lasting existence.
                                                                                        Sigmund Freud
Sürekli ayaklanma zamanı. 
Reklamcılık başlangıcından beri insanlara katharsis vaat etmiştir. Onu alırsanız mutlu olursunuz, şunu giyerseniz tatmin olursunuz, evinizde çocuklarından bunalmış orta yaşlı bir kadınsanız orgazm olmak için 240 TL’lik x’i 90 TL’ye almak yeterlidir. Peki ya  mutluluk? Kapağın hemen altında. 
Tabii ki bunlar mutluluk getirmez, delüzyon getirir; insanın kendisini istikrarlı bir şekilde kandırması için işe yarar bir çerçeve getirir; ve bu çerçeve de belli koşullar içinde geçerlidir, borç alınmış bir mutluluk sağlar, margin call geldiğinde biter. 
Eh 2008’de margin call geldi.  Sonrası hepimizin bildiği gibi Tahrir meydanı’ndan Londra’ya oradan Times Square’e, Atina’ya, Barcelona’ya uzanan bir silsile halinde ayaklanmalar. Balon patladı, yetmedi, ciğer de patlayacakmış gibi duruyor.  Peki bütün bunlar olurken reklamcılık ne durumda? Reklamcılık iletişim olduğuna göre içinde bulunduğu toplumun iletişim biçiminden bağımsız bir yerde olmasını bekleyemeyiz; içinde bulunduğu toplumun iletişim biçimi de o toplumun iktidar yapısından bağımsız olamaz. Bütün dünyada yaşanan değişim tek tarafın çok kişiye seslenmesinden çok tarafın birbirine seslenmesine geçiş aslında. 
Aranan büyük, güçlü bir figürün her şeyin güzel, yolunda olacağını söylemesi değil artık, insanların buna karnı doymuş vaziyette; vaatlerin yerine gelmeyeceğinin net olarak farkındalar. Dolayısı ile seslerini duyurmak, kararlarda katkı sahibi olmak istiyorlar. 
Tam da bu nedenle herhangi bir ürün ya da firmanın  “gerçek” olması gerekiyor. Bu firma gerçek, çünkü beni dinliyor, bu ürün gerçek, çünkü tam olarak yapacağı söylenen şeyi yapıyor, bu firma gerçek, çünkü söylediklerime yanıt veriyor, bu firma gerçek, çünkü arkadaşlarım öyle söylüyor. 
“Sosyal medya”,  hem sosyal iletişime imkan sağlaya, hem de oluşturucusu belli olmayan, sahipsiz bir mecra. Herhangi bir marka ben buradayım demek istediğinde çok etkileyici, güzel ATL işlerle kendini göstermesi yeterli değil artık çünkü bunun etkileyiciliği izleyenin “röntgenci” konumunda olmasına dayanıyor. Tüketici de artık röntgenci olmakla yetinmediği “yatak odasında olmayı ” talep ettiği ve bu talebini yazının başında da bahsettiğim gibi son derece ikna edici bir şekilde belirttiğine göre markaların ciddiye alınmak için yapması gereken tüketiciyi ciddiye almak ve saygı göstermek.  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder